![]() |
|
Yarım
asrı geçen bir süreçte daima savaş-kargaşa-kaos ortamı olarak tanınan
Filistin toprakları; Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar için her ne
sebeple olursa olsun asla vazgeçilemeyecek kutsal değerlere sahiptir.
Filistin'in gerçek halkı olarak bugün ne Müslümanları ne Yahudileri ve nede
her ikisinin arasında kalmış Hristiyanları gösterebiliriz. Bölge bugün
inanç, kültür ve ırk olarak belkide dünyanın en karmaşık ve renkli
yerlerinden biridir.
Bölge halkı tarih boyunca birbirleri ile çatışmıştır. Bölgenin gerçek sahibinin kendileri olduğu savına şiddetle sahip çıkan ayrı dinlerin mensuplarının diğerleri üzerinde üstünlük kurmaya çalışması ile başlayan çatışmalarda topyekün Filistin halkı daima kan, gözyaşı ve şiddet görmüştür.
Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi ile 1517'de Osmanlı egemenliğine giren
bölgede 400 yıl süren gerçek bir
barış süreci yaşanmıştır. Bölge insanı her alanda güvenli ve müreffeh bir
yaşam sürmüştür. Halklar burada aralarında çatışma olmadan tek bir millet
gibi yaşamışlardır.
Osmanlı’nın çöküş döneminde Yahudiler, II nci Abdülhamit'ten Osmanlı
borçları karşılığında Filistin'den
toprak talep etmişlerdir. İstekleri kabul görmeyen Yahudiler toprak ve vatan
hayâllerini ancak İkinci Dünya Harbi'nin sonunda gerçekleştirdiler.
Kasım
1947'de Birleşmiş Milletler Filistin’in biri Yahudi öteki Arap
olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Yahudiler bu
kararı kabul ederken Araplar red etti.
14
Mayıs
1948’de BM paylaşım plânı uyarınca
David Ben-Gurion tarafından İsrail’in kuruluşunun ilan
edilmesiyle bölge halkının devamlı
savaş ortamı içinde yaşaması artık olağan ve vazgeçilmez bir kader
olmuştur.
Cihan Harbi'nin Naziler tarafından ezilen mazlum milleti Yahudilerin
Tevrat’ta vadedildiği belirtilen topraklara gelmesi ile başlayan savaş halen
devam etmektedir. Bu savaşın devamında ilk günden itibaren İsrail yönetimine
daima savaşı strateji olarak seçen ve ismi terörle birlikte anılmış
kişilerin gelmesinin payı vardır.
Kuruluşunda büyük katkısı olan ABD, İsrail'i her alanda desteklemiştir. Bu
destek; ABD bütçesinden her yıl yapılan finans yardımları ile birlikte,
bölge ticaretini yönlendirmesi ve bölgeyi denetim altında tutması için
ticari, askeri, siyasi, sosyal ve kültürel yardımlar şeklinde
oluşmuştur.
Filistin’de kan ve gözyaşının durması için bugüne kadar başta BM olmak üzere
pek çok uluslararası kuruluş tarafından pek çok karar alınmıştır. Fakat
hiçbiri İsrail tarafından uygulanmamıştır. Bundan sonra da uygulanması
beklenmemelidir.
Birleşmiş Milletler; 1967 yılında
aldığı 242 Sayılı Karar ile; “İsrail'in
1967 yılı öncesi topraklara çekilmesi, Filistin Devletinin kurulması ve Arap
ülkelerinin İsrail'i tanıması kararlaştırılarak bölgeye barış getirilmesi”
öngörülmesine rağmen geçen 43 yılda çatışmalar durmamış aksine
şiddetini arttırmıştır.
Bugün sıcak savaş dışında politik açıdan İsrail'i durdurabilecek tek güç
ABD'dir. Bunun bilincinde olan AB ülkeleri, kendi menfaâtlerine uyduğundan
her defasında sessiz kalarak veya üzüntülerini bildiren rutin demeçler
vererek yapılan katliamları sadece
seyretmekle yetinirler.
ABD başkanlık seçimlerinde ABD ve dünya Yahudi lobisinin etkisi çoktur. Bu
yüzden İsrail’e “Yeter Artık” diyebilecek ABD başkanının yeniden seçilebilme
imkanı yoktur. Ayrıca başkanlığı görev süresi sonuna kadar sürdürebilmesi de
mümkün değildir. Başkanlar bu gerçeği iyi bilirler ve şımarık çocukları
İsrail’in yaptıklarını görmezden gelerek kesinlikle devreye girmezler. Bir
taraftan İsrail’i kayıtsız-şartsız desteklemeğe devam ederken, diğer
taraftan da yalan-yanlış basit kınama mesajları göndermeyi de ihmal etmezler.
Peki, ABD neden kendisini İsrailin hamisi olarak görmek ve bunu dünya
kamuoyuna göstermek zorundadır? Yani ABD, İsrail’i neden destekler?
- Çünkü, dünya hakimi olarak
kalabilmek için petrolü üzerinde bulunduran ve bu petrolün pazarlaması için
çok kritik deniz geçitlerini üzerinde bulunduran stratejik önemi haiz kritik
Ortadoğu bölgesinde ABD huzur ve istikrar istemez.
- Çünkü, ABD emperyalist bir
ülkedir. Dünya ticaret yollarını kontrol eden ve dünyanın merkezi konumunda
bulunan Ortadoğu’da asla vazgeçemeyeceği büyük çıkarları vardır.
- Çünkü, ABD Petrolün sürekli
çıkartılması ve dağıtımının da tamamen kendi kontrolünde bulunmasını ister.
- Çünkü, ABD bölge ülkelerinin ve küresel güç merkezlerinin petrol
üzerinde hak iddia etmelerini önlemek için bölgede istikrar ortamının
oluşmasını engellemek zorundadır . ABD, bölge halklarının devamlı çıkar
çatışması içinde olmasını ister. İngiltere’nin 1920'de bölge halkları
arasında yarattığı sun'i nifak tohumlarının daima yeşermesini ister.
- Çünkü, ABD bölge halklarının
demokrasi ile değil, daima teokratik idare ile yönetilmesini destekler. Ve
ABD bu politikası ile petrolün çıkışını ve dağıtımını daha kolay kontrol
eder.
ABD’nin bu istekleri ve davranışları Coğrafya ve Jeopolitik ilminin doğal
bir neticesidir. Bu büyüklükte bir devletin başka bir alternatifi de
yoktur.
Bir bakıma dört tarafı Müslüman
Araplarla çevrili İsrail tek başına devam eden büyük çatışma ortamının
sorumlusu değildir.
Bölge halkları arasındaki huzur ve istikrar ortamı ABD'nin bölgeye kolayca
gelmesine ve bölgedeki çıkarlarını kontrol edebilmesine engel teşkil
edeceğinden ABD yönetimleri, çareyi çoğunluğu Müslümanlarla meskun olan
bölgeyi huzur adası şeklinde idare edecek merkezi
otoritelerin ortadan kaldırılmasında bulmuştur.
Özetle, son derece insalcıl(!) yaklaşımlarla kutsal kitaplarda vadedildiği
iddiası ile sapsağlam vücuda bütün bünyeyi etkileyecek kadar zararlı mikrop
salınmıştır. Hastalanan bünyeyi tedavi edecek doktorda her zaman ABD
olmuştur. Bunun böyle devam edeceği de açıkça görülmektedir. Bu bakımdan
bölgeye uzun bir süre barış ve sukünetin gelmesini beklemek sadece saflık ve
hayalperestliktir.
İsrail'de 130 ayrı ülkeden, yani 130 ayrı kültürden Musevi dinine
inandıkları için göçeden insanlar yaşamaktadır. Dünyanın şeriat ile idare
edilen tek dinci ve ırkçı yönetimi İsrail'dir. Aşırı dinci devlet herşeyin
tek hakimidir. Bu yüzden İsrail’in
başka dinlere bağımsızlık tanıması ve bir arada yaşaması da asla mümkün
değildir.
Peki, Mavi Marmara gemisine yapılan saldırı sonrasında meydana gelen
gelişmeler mevcut statükoyu değiştirmeğe yeter mi? Bilindiği gibi Başbakan
Erdoğan ağır sözlerle İsrail’i dünyaya şikayet etti. Ayrıca uluslararası
hukuk normlarına göre dünya ülkelerini İsrail’e karşı mücadeleye de davet
etti. Dünya konuyu sahiplenmediği takdirde Türkiye’nin tek başına Gazze için
mücadelesine sonuna kadar devam edeceğini vurguladı.
İsrail ilk defa bu olayla dünya kamuoyundan çok sayıda tepkiler aldı. Daha
önce sessizliğini koruyan belli odaklar bu defa cılız da olsa seslerini
duyurdular. Ama bunların hepsi günü geçirmeğe yönelik sonuçsuz çabalar.
Sorun’un çözümü ABD’nin konuyu sahiplenmesi ve İsrail’e karşı yaptırımların
başını çekmesinde yatmaktadır. Oysa ABD hâlâ İsrail’in arkasında olduğunu
beyan etmektedir. Demek ki 8 Haziran 2010’da
bölgeye ABD'nin fiili müdahalesi dışında makül ve demokratik bir çözüm kısa
vadede görülmemektedir. Çünkü, ABD’nin Irak’ın işgali ile elde ettiği
kazanımlarının güvenliği ve bekasının sağlanması için İsrail’in dimdik
ayakta kalması gerekmektedir.
Kanaatime göre İsrail 60 yıldır olduğu gibi yine taviz vermeyecektir. Dünya
ülkeleri ve İsrail’den doğrudan etkilenen Arap ülkeleri bu defa da bilinen
tutumlarını sergileyerek sadece kınamakla yetineceklerdir.
Barış ve huzur umutları ABD'lerine
dur diyebilecek ve bölgedeki ABD ve AB menfaatlerine set çekebilecek bir
dünya gücü meydana gelene kadar, yani bölgede güç dengesi tesis edilene
kadar askıya alınacaktır.
Şimdi meseleye birde Arap ülkeleri açısından
bakalım.
Sorumuz çok basit: Arap
ülkeleri neden birşey yapamıyorlar? Arapların toplam gücü İsrail'in onlarca
katı değil mi? Araplar biraraya gelerek asırlarca huzur içinde yaşadıkları
ata topraklarından İsrail'i atamazlar mı?
Cevap maalesef olumsuzdur. Çünkü
Araplar bu metodu defalarca denedi. İsrail'i gasbettikleri topraklardan
atmak üzere biraraya geldiler ve dört bir yandan saldırdılar. Fakat her
saldırı sonunda daha fazla toprak kaybettiler. Şimdi ise tamamen ABD
güdümüne giren petrol zengini kıral ve şeyhlerin hükümran olduğu Arap
dünyasının böyle bir teşkilatlanma içine girmesi ve müşterek bir cephe
oluşturarak hareket etmeleri de yakın vadede imkansızdır.
Şimdi kendimize soralım.. Bu
bölgede sorunlar çözümsüz mü kalacaktır? Çözümsüzlük hep çözüm mü olacaktır
? Tabii ki hayır.
Çözüm bölge ülkelerinin birliğinden ve bölgesel güç olarak bir çatı
altında asgari mutabakat ile toplanmalarından geçmektedir. Osmanlı bunu
yapmıştır. İsrail yöneticilerinin ağzından ister istemez dökülen "
Osmanlı'nın bir manga ile sağladığı
istikrarı biz bir ordu ile sağlayamıyoruz" şeklindeki acı yakınması,
belkide sorunun çözümü için yol gösterici bir ışık olacaktır.
Şimdi de bunu irdeleyelim ve öncelikle işin esasını arayalım...
Bu topraklar Filistinlilerindir. Filistinliler; Yahudidir, Müslümandır,
Hristiyandır.
Bunların inançları farklı bile olsa, ayni ortak ve yakın kültüre sahip
birbirleri ile kaynaşarak binlerce
yıl birlikte yaşamış ayni halktır.
Aralarındaki ayrılık sun'idir. Bu
halklar tarihte bir büyük üst yönetim (otorite) altında birarada barış
içinde yaşayabileceklerini isbat etmişlerdir. O halde yine yaşayabilirler.
Fakat bu yaşamın gerçekleşmesi için bölge halkları ile liderleri arasında
uzlaşı ve diyalog gereklidir.
Bu uzlaşının gerçekleşme yeri asla Camp David, Londra, Berlin, Paris
veya Moskova değildir. Çünkü bu merkezler bölgeye daima kan, şiddet ve
gözyaşı getirmişlerdir. Bu çok doğal bir gelişmedir. Bölgenin karışık ve
bulanık görüntüsü onların milli menfaatleri icabıdır. Onlar barıştan yana
değil, daima savaştan yana olmuşlardır. Bunu tarih ilmine biraz ilgi
duyanlar kolaylıkla görebilirler.
Burnumuzun dibinde 60 yıldır birbiri ile çatışan, bizim eski teb'âmız olan
ve gücümüzü çok iyi tanıyan halklar var. Biz onları asırlarca aralarında
hiç bir çatışma olmadan ve refah içinde yönettik. Peki, neden bugüne kadar
çatışan güçler arasında bizi doğrudan ilgilendiren bir barış sürecinin
başlatılmasında hiç bir katkımız olmadı. Veya olamadı? ABD, okyanus
ötesinden üç kuruşluk milli menfaâti için geliyor. Çaba harcıyor. Uğraşıyor.
Biz sadece bakmakla yetiniyoruz..
İddia ediyorum ki; Türkiye, bu bölgede ABD ve AB menfaatlerine set
çekebilecek ve bölgede huzur ve istikrarı sağlayabilecek potansiyel güce
sahip tek ülkedir. 600 yıl bölge halkları arasında huzur ve güveni tesis
eden Türkiye’nin tekrar bu işlevi yapabilmesi için yöneticilerinin kendi
gücünün farkında olması gerekir. Sadece gücünün farkında olmak da yetmez..
Öncelikle ABD ve AB politikalarını doğrudan uygulayan bir ülke konumunu terk
etmemiz gerekmektedir. Türk milleti olarak kendi milli menfaatlerimiz
doğrultusunda kendi seçtiğimiz milli hedeflere bizi ulaştıracak milli
stratejiler üretip uygulamaya koymadıkça başarı şansımız yoktur.
1920- 1952 yılları arasında kendi milli politikalarını kurgulayıp uygulayan
Türkiye, 1952 yılında NATO üyeliği ile birlikte ABD ve AB’nin yönlendirdiği
küresel politikaların uygulayıcısı olarak günümüze gelmiştir. Türkiye 60
yıldır küresel güçlerin denetiminde yönetilmektedir. Aslında Başbakan
Erdoğan’ın gururla dile getirdiği BOP eşbaşkanlığı görevi ile küresel
bağımlılığımız tescil edilmiştir. Milli doğrultuda davranabilmek için acilen
bu zincirin de kırılması lazımdır.
Türkiye, bu işlevi en iyi şekilde yapabilecek tarihi tecrübeye ve milli güç
unsurlarına sahiptir. Ben, yeterli potansiyelimiz ile birlikte bölge
halkları üzerinde önemli derecede etkimiz olduğuna
inanıyorum.
Yeter ki milli menfaatlerimiz
ışığında oluşturacağımız milli hedefleri her şart altında elde
edebileceğimize inanmış ve meseleleri milli gözlükle görebilecek öngörüye
sahip yöneticilerimiz olsun.
Sonuç olarak; Ortadoğu'daki bütün olayların çözüm yeri Ankara’dır. Bölgedeki
güç dengeleri ile tutarlı ve tarafsız bir politika uygulayarak barışı
sağlayabilecek, uzlaşmayı gerçekleştirecek tek güç Türkiye’dir. Bunu
sağlamak için hiç yerden fikir ve destek almaya ve küresel güçlerin çizdiği
politikalar içinde yer aramaya gerek yoktur. Yeterli devlet tecrübemiz ile
birlikte seçeceğimiz milli hedeflerimizi elde edilebilecek potansiyel
gücümüz vardır. Kendimize güvenmek ve gücümüze inanmak zorundayız..
-----------------------------------------------------------------------------------------
TAHİR TAMER KUMKALE tamer@kumkale.netDR. TAHİR TAMER KUMKALE'NİN YAZILARINA
ULAŞABİLECEĞİNİZ LİNKLER:
İYİ İNSANLARA BİLDİRİYORUM
http://www.kumkale.net
ULUSALSES GAZETESİ
http://www.ulusalses.net
HÜRYILDIZ GAZETESİ
http://www.huryildiz.com
BİZİM ANADOLU GAZETESİ
http://www.bizimanadolu.com.tr
YENİDEN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
http://www.y-tm.com
HABER AKADEMİ http://www.haberakademi.net
TURANSAM http://www.turansam.org
TÜRKİYE GAZETELERİ ............... http://www.turkgazeteleri.com
İKİNCİ VATAN............................. http://www.ikincivatan.eu
ALTAYLI.eu5.org .............. http://www.altaylı.eu5.org