![]() KENDİ KENDİNİ DAĞITMAK OLMALIDIR ... |
Cumhuriyetin dahili siyaseti vatandaşın yaşayışını hiçbir nüfûz ve sataşmanın tesirinde bırakmaksızın temin etmektir. Bu siyaset dikkatle tekip olunmaktadır.- Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1930) |
İstanbulda yapılacak Nato Zirvesi dolayısyla Türkiye’nin gündemini NATO kapladı.
Zirve ile ilgili hazırlıklar, İstanbulluların bir hafta süre ile evlerine
hapsedilmesi ile ilgili olarak bizzat İstanbul Valisi tarafından açıklanan
olağanüstü güvenlik tedbirleri, İstanbul başta olmak üzere ülkemizin dört bir
yanında sürdürülen protesto gösterileri ve polisin bunlara müdahalesi
basınımızın ilgi odağı oluyor. Bu arada her bakımdan tarihi bir toplantı
olacağı bizzat Nato yöneticileri tarafından belirtilen zirvenin gündem maddeleri
yaşanan kuru gürültünün arasında kayboluyor. Araya Çapa Kan Merkezi ve Bush’un
kalacağı Ankara Hilton Oteli önünde patlayarak masum insanların ölümüne sebep
olan bombalar girince Zirvenin yasal gündem maddeleri iyice geri plana düştü.
Globalleştirilmeye çalışılan dünyamızın tek muntazam ve disiplinli askeri gücünü
oluşturan bu dev kuruluşa dünyanın yeniden yapılandırılmasında ne gibi görevler
düşecek ? sorusuna aranan cevaplar gündemin ana konusunu oluşturuyor.
Ayrıca ABD-İSRAİL patentli Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesinde (GBOP)
NATO’ya ne gibi görevler düşüyor ? ile, Irak’ta NATO’ya ne gibi görevler
verilebilir ? sorularının cevapları da bu toplantının bizi ilgilendiren ana
gündem maddeleri arasında bulunmaktadır.
Aslında bu önemli toplantının tek gündem maddesi olması gerekiyordu. O’da 55
yıllık bu görkemli kuruluşun artık işlevini bitirdiği ve kendisinden beklenen
görevlerini tamamladığı gerekçesi ile kendi kendini tasfiye etmesi olmalıydı...
NATO’nun kuruluş gerekçesini teşkil eden Rusya güdümündeki Komünist Blok
tehdidine karşı üye ülkelerin askeri güçlerini birleştirdiği bir platform olan
NATO; Varşova Paktının dağılması, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi ve nihayet
Komünizm tehdidinin tamamen ortadan kalkması ile otomatik olarak kendi kendisini
lağv etmesi gerekirken bu yapılmamıştır. Hemen sanal tehditler aranmıştır.
Önce “Radikal İslam ve İslami Terör”tehditleri
üzerinde durulmuş, sonra “Bölgesel belirsizlikler”
gibi yapay bir kavram üzerinde çalışılmıştır.Yıllarca süren tehdit arama
çalışmalarına sonunda tatmin edici bir tehdit’te bulunamamıştır. Buna rağmen
NATO küresel mimarların elinde vurucu güç olarak bulundurulmaya devam
edilmiştir.
Şimdi artık zamanı gelmiştir. İstanbul’daki toplantıda NATO’nun kendini
dağıtması kararı alınmalıdır. Bu gereklidir, çünkü işlevi bitmiştir...
Avrupa’nın göbeğinde Bosna’da ve Kosova’da onbinlerce masum insan toplu
soykırıma tabi tutulurken bu vahşet ve insanlık ayıbı sadece seyredilmiştir.
Bilahare ABD’nin devreye girmesi ile geç de olsa ( fakat insanlar vahşice
katledildikten sonra) NATO birlikleri devreye sokulabilmiştir. Avrupa’nın
ortasındaki katliamlara göz yuman ve bir şey yapamayan bu kompleks çok uluslu
gücün dünyanın diğer sorunlu bölgelerinde bayrak göstermekten başka etkin bir
görev yapabileceğini düşünmek safdillik olur.
Çünkü bu gücü teşkil eden ülkelerin çoğunun orduları paralı askerlerden
oluşmaktadır. Bunların “Vatan Topraklarının
Savunulması” gibi bir düşünceleri de yoktur.
Yani başkalarının toprakları ve başka insanlar için ölüme gitme gibi bir
lüksleri hiç bir zaman olmayacaktır. Bunların gerçek yüzünü Yugoslavya’nın
dağılma sürecinde yaşanan olaylarda dünya gördü. Yani bu kağıttan arslanın ne
bölgesel ve ne de dünya barışı için yapabileceği fazla bir şey yoktur. Ayrıca bu
teşkilat savunma amaçlı oluşturulmuş ve buna göre teçhiz edilmiş bir askeri
organizasyondur.
NATO’nun mevcut silahlı gücüne karşı dünyada karşı duracak veya kendisini tehdit
olarak görecek başka bir güç olmadığına ve diğer gezegenlerden de şimdilik bir
saldırı beklemediğimize göre, bu dünyanın en büyük silahlı gücünün derhal
lağvedilerek bu kuruluşun idamesi için harcanan büyük rakamlı bütçelerin
topyekün insanlığın kalkınma ve güçlenmesine harcanmasının daha uygun olacağını
değerlendiriyorum.
İşte İstanbul Zirvesi bunun yapılacağı, yani teşkilatın kendi kendini dağıtma
işlevinin başlatıldığı bir platform olarak tarihte yerini almalıdır.
Bunlar benim şahsi görüşüm ve temennileridir.
Ama gerçek hiçbir zaman böyle olmayacaktır.
Bugün yeryüzünün tek hakimi görünümündeki ABD’nin dünyayı yeniden yapılandırma
ameliyesinde NATO’nun nasıl kullanılacağı konusu Zirve’nin ana gündemini
teşkil edecektir. Zirveye katılan 26 ülke yöneticileri ABD güdümünde olacak bu
toplantıdan alacakları görev ve talimatları disiplinli bir asker gibi emir
telakki edip gereğini yapmak için gayret göstereceklerdir. Bu zirvenin Türkiye
için bir tek önemli faydası olacaktır. O’da zirveyi takip eden basın
organlarının sağlayacağı tanıtımdan turizm amaçlı olarak yararlanmasıdır.
Bu yazımı okuyan, aydın geçinen bazı satın alınmış kalemlerin beni
vizyonsuzlukla ve dar görüşlülükle suçlayacaklarını biliyorum. Ama ben şimdi ön
alarak bu efendilere; lütfen bu örgütün kuruluş sebeplerini ve Ana Sözleşmesini
bir kere daha dikkatlice tetkik etmelerini öneriyorum. Bugün bu örgütün
kuruluşunu gerektiren bütün unsurlar ortadan kalkmıştır. Benzeri teşkilatlar
olan VARŞOVA PAKTI, CENTO ve SEATO gibi uluslararası askeri örgütlenmeler
kuruluş gerekçeleri kalkınca otomatik olarak kendilerini ortadan kaldırmışlardır.
Bunun da böyle olması gerekir.
-----------------------------
Bugün tarihi işlevini bitiren 55 yaşındaki NATO’nun mevcut silahlı gücüne karşı
dünyada karşı duracak veya kendisini tehdit olarak görecek başka bir güç
olmadığına ve diğer gezegenlerden de şimdilik bir saldırı beklemediğimize göre,
bu dünyanın en büyük silahlı gücünün derhal lağvedilerek bu kuruluşun idamesi
için harcanan büyük rakamlı bütçelerin topyekün insanlığın kalkınma ve
güçlenmesine harcanmasının daha uygun olacağını değerlendiriyorum.
İşte İstanbul’da yapılacak 26 üye ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının
katılacağı Nato Zirvesi bunun uygulamaya geçirileceği, yani teşkilatın kendi
kendini dağıtma işlevinin başlatılacağı bir platform olarak tarihte yerini
almalıdır.
Bunların tamamı benim şahsi görüşüm ve temennilerimdir.
Şimdi gelelim Zirve ile ilgili gündemdeki çalışmalara;
Bunun için NATO’nun ne olduğunu kısaca hatırlamamız gerekiyor.
Kuzey Atlantik İttifakı'nın (NATO) kuruluşuna ilişkin antlaşma; 12 ülkenin (ABD,
Kanada, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, Lüksenburg, İngiltere, Fransa,
Portekiz, İzlanda, İtalya) katılımıyla 4 Nisan 1949'da Washington'da
imzalandı. "Washington Antlaşması"
olarak da anılan antlaşma, bütün imzacı devletlerin onayları verildikten sonra
24 Ağustos 1949'da yürürlüğe girdi.
Türkiye ve Yunanistan'ın NATO'ya katılımına ilişkin Kuzey Atlantik Antlaşması
Protokolü, 22 Ekim 1951'de Londra'da imzalandı. Türkiye, Kuzey Atlantik
Antlaşması'nı 18 Şubat 1952'de onaylayarak (5886 sayılı yasa) NATO'ya üye oldu.
Yunanistan da aynı tarihte Antlaşma'yı onayladı.
NATO'nun üye sayısı, Almanya (6.5.1955), İspanya (30.5.1982), Çek Cumhuriyeti,
Macaristan ve Polonya'nın (12.3.1999) katılımıyla 19 oldu. 7 eski Varşova Paktı
ülkesi Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Letonya ve Estonya,
29 Mart 2004'de ABD'nin başkenti Washington'ta düzenlenen törenle NATO'ye resmen
üye oldular. Böylece NATO, tarihinin en geniş kapsamlı ve önemli genişlemesini
gerçekleştirdi. NATO'nun üye sayısı 26'ya ulaştı.
Eski komünist yedi ülkenin katılımıyla üye sayısı 26’ya ulaşan NATO’nun 28-29
Haziranda İstanbul’da yapılacak toplantısında eski ve yeni üyeler ilk defa bir
araya gelecektir.
İstanbul’daki NATO zirvesinin ana gündemini Afganistan’ın oluşturması
beklenmektedir. ABD işgalinden sora türlü işlerin planlandığı şekilde
yürütülemediği Afganistan’da, kontrolü tamamen yitirmekten çekinen NATO
yetkilileri, alınması gereken tedbirleri ve üye ülkelerin verebileceği askeri ve
ekonomik desteği masaya yatıracaklar ve bir bakıma dolaylı olarak NATO’nun
geleceğini de tartışmaya açacaklardır. İstanbul Zirvesi, NATO’nun yeni görev
tanımının ve işlevinin belirlenmeye çalışılacağı ilginç tartışmalara ev
sahipliği yapacak olması nedeniyle tarihi bir önem taşımaktadır.
ABD Yönetimi, G-8 zirvesinde altyapısı oluşturulan Geniş Ortadoğu ve Kuzey
Afrika Girişimi’nde de NATO’ya rol verilmesinden yana olan ABD’nin bu konuyu da
gündeme getirmesi de beklenmektedir.
Brüksel ve Mons’taki NATO üst yönetiminden; talep edilmesi durumunda NATO
birliklerinin Irak’ta görev almaya hazır olduğu yönünde açıklamalar yapılmıştır.
Bu yöneticiler, "zaten Irak’ta Nato ülkelerinin
askerlerinin görev yaptığını, NATO’ya görev verildiği takdirde fazla bir şeyin
değişmeyeceğini, fakat daha konrollu bir emir ve komutanın sağlanabileceğini
" vurgulamaktadırlar. Bunun için 30 Haziranda görevi ABD’nin Askeri İşgal
yönetiminden devralacak yeni Irak Hükümetinden teklif gelmesi kafi görülecektir.
NATO’nun Irak’ta kendine biçtiği görevlerden biri de, Irak Silahlı Kuvvetlerinin
reorganizasyonudur. Ayrıca kurulacak yeni Irak Ordusunun teçhizi ile
yetiştirilmesinin de NATO’ya verileceği dile getirilmektedir.
Gördüğümüz
manzarada, günümüz NATO yöneticilerinin NATO’ya biçtiği yeni görevin, “Üye
ülkelerin güvenliğini sağlamak”boyutundan
çıkartıldığı yönündedir. NATO bundan sonra, “dünyanın
Jandarmalığı görevini” kendisine hedef olarak
almak istemektedir. Bunun için de 11 Eylül saldırılarını gerekçe göstererek,
müteakip dünyada artan uluslararası terörizmle ile mücadelede kendisine etkin
bir rol biçmeye hazırlanmaktadır.
Oysa terörizmle mücadelenin sadece askeri metotlarla yapılamayacağını askerler
çok iyi bilirler. Çünkü bu mücadelede askerler en son devreye girerler. Ayrıca
devreye sokulan askeri birliklerin de, “Terörizmle
mücadele esaslarına göre teçhiz edilmesi ve bu konuda özel olarak eğitilmiş
personele sahip olması” gerekmektedir.
Halbuki 55 yaşındaki 26 ülkenin askerlerinin meydana getirdiği bu uluslararası
askeri güç, tamamen konvansiyonel muharebeler için teçhiz edilmiştir ve klasik
muharebe eğitimi alan askerlerden oluşmaktadır. Yani, NATO şimdi karar alsa dahi
önümüzdeki bir kaç yıl içinde çok geniş bir yeniden yapılanma içine ve eğitim
süreci içine girmediği takdirde terörizm ile mücadelesini de aynen Bosna ve
Kosova’daki gibi yapabilecektir. Yani bunu da yüzüne gözüne bulaştıracaktır.
Dr.Tahir
Tamer Kumkale'nin bu yazısı 27-28 HAZİRAN 2004 Tarihli Önce VATAN
Gazetesinde yayımlanmıştır.